Bir defasında şöyle bir cümleyle karşılaşmıştım: “Geçen 3500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.”
İlk savaşın Kabil tarafından başlatıldığı göz önüne alınırsa, insanoğlunun kavgası çok daha uzun bir zaman önce başladı, muhtemelen de kıyamet ile son bulacak. Barış içinde geçen 230 yılı bilmem ama, savaş içinde geçen binlerce yıla bakacak olursak şu ayetin hakikati net olarak anlaşılacaktır:
“Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti; melekler, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? Oysa biz Seni överek yüceltiyor ve Seni devamlı takdis ediyoruz’ dediler; Allah ‘Ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” / Bakara Suresi, 30. Ayet.
Ecdadımızın 1000 senelik, ümmetimizin ise 1400 senelik mücadelesini ele aldığımızda ise “gerçek barış”ın ne olduğu gayet iyi anlaşılıyor. Bozgunculuk çıkarmak, kan akıtmak sade “savaş” olarak nitelendirilemiyor. Savaşmak yeri geldiğinde biz Müslümanlara farz kılındığı halde bozgunculuk çıkarmak haramdır. Dolayısıyla geçen 3500 yıl boyunca birileri bozgunculuk çıkarmaya uğraşırken, birileri de adaleti, sükunu ve huzuru sağlamak için onlarla savaştı. Bize göre barış içinde, barışı tesis etmek uğrunda geçen yıllar 230 yıldan çok daha fazladır.
Tıpkı bugün Cerablus’ta olduğu gibi, dün Kıbrıs’ta yapılan, ondan önce Kore’de verilen mücadelelerde olduğu gibi. Ki biz asırlarca dünyaya hükmetmiş, mazlum milletlerin huzurunu korumak için nice canlar feda etmiş bir milletiz.
Dolayısıyla “Küresel Barış” deyince, “Küresel Sermaye”ye boyun eğmek, onlarla iyi geçinmek ve her alanda savaştan uzak durmak anlaşılmamalıdır. Bizim barış algımız, birilerinin Afganistan’a ve Irak’a getirdiği demokrasi anlayışından fersah fersah uzakta olduğu gibi, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren zalimlerin ve teröristlerin hayallerine de en büyük darbedir bizim barışımız.
Bizler zalime merhametin mazluma zulüm olduğu hakikatiyle yetişerek, küresel barışı yeniden tesis edecek olan ve bunu Şanlı Ecdadımıza layık olarak, Ümmetin en önünde yürüyerek gerçekleştirecek milletiz. Zafer elbette yakındır.
Küresel Barış Vizyonu kitabını uzun zaman evvel okumuştum. Yukarıda yazdığım cümlelerin de aslında kitapla alakası yok. Sadece “barış” deyince “aman kimseyle aramız bozulmasın” zihniyetinde olan ve mazlumlara elimizi uzattığımız şu dönemde tanklarımızın ve askerimizin sınır ötesinde bulunmasından rahatsız olan kitleye karşı içimde birikenleri yazdım.
Kitapta ise FSM Vakıf Üniversitesi bünyesinde kurulan Medeniyetler İttifakı Enstitüsü’nün yayına hazırladığı, Recep Tayyip Erdoğan’ın küresel bir birliktelik ve barışa yönelik 10 seneden fazladır çeşitli organizasyonlarda yaptığı konuşmalar yer alıyor. 10 sene çok kısa bir zaman gibi görünebilir fakat dünya o kadar değişti ki… 2005 yılında ortaya koyulan ifadelerin ve ümitlerin bugün bambaşka noktalara kaymış olması, herhalde ahir zaman alametlerinden biri olsa gerek. Zaman çok hızlı değişiyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın bu süreç içerisinde “Küresel Barış” bağlamında nasıl bir vizyona sahip olduğunu anlamak isteyenler için bu kitap kaynak niteliğinde. Recep Tayyip Erdoğan’ın şu ifadelerinin bir gün gerçekleşmesi ümidiyle…
“Küresel çapta yeni bir yapılanmaya gidilmeli, adalet, eşitlik, özgürlük ve dürüstlük sağlanmalı, sosyal dengesizlikler ortadan kaldırılmalıdır. Her alanda liyakat ön plana çıkarılmalı, birer ahlaki değer olan iyi ve kötünün göreceli bir norm haline dönüştürülmesi önlenmelidir.”
KÜRESEL BARIŞ VİZYONU
Yazar: Recep Tayyip Erdoğan
Yayınevi: Meydan Yayıncılık
ARKA KAPAK METNİ
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz büyük sıkıntılar, temelde çağdaş uygarlığın kendi içyapısından kaynaklanan gelişmelerin ürünüdür. Bu sorunlar, yüz yıllar içinde gelişen evrensel uygarlık değerlerini tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerin göz alıcı başkentlerinin hemen yanı başlarında, ya da büyük kentlerin varoşlarında dışlanmış insanlar, çirkin yapılaşmalar, kokuşmuş sokaklar, gecekondular, gettolar, güvensiz bölgeler ve de işsiz insanlar yığınıyla karşılaşıyoruz.
Çağdaş uygarlığın, insan tabiatıyla uyumlu ahlâkî bir devrime şimdiye kadar hiç olmadığı ölçüde gereksinimi vardır. Modern diye adlandırılan toplumlar Yirmi birinci yüzyılın ilk yarısında büyük bir tıkanıklıkla yüz yüze geldiler ve adeta bir uçurumun kıyısına doğru sürüklendiler.
Nükleer silahların varlığı, çevremizin kirletilmesi ve yıkıma uğratılması, yaşam standartları zâten düşük olan bölgelerdeki nüfûs artışı, ya gezegenimizin her bölgesinde uygarlığın niteliği, şu anda zengin olanları da kapsayacak şekilde düşecek; ya da insanların yaptıkları yüzünden gezegenin kendisi yaşanmaz bir yer haline gelecektir. Kutsal mesajın ifadesiyle: “İçimizdeki beyinsizlerin yüzünden bizi helak eder misin Allah’ım?”