Aslında çocukluğumdan bu yana tarihe meraklıyımdır. Sürekli tarihi romanlar okurdum. Tarih derslerini hep çok sevdim, özel ilgi duydum. Hatta lisede “Sözde Ermeni Soykırımı” iddiasını delillerle çürüten bir çalışmada bulunmuştum. Kısaca tarih her zaman gündemimde olan bir alan oldu.
Osmanlı Dönemi hep ilgimi çekmişti. Özellikle son dönemler, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak verdiği zamanlar ayrı bir ilgimi çekmiştir. Bizler hep Çanakkale Destanı’nı dinleyerek büyüdük. Diğer Osmanlı cephelerini de biliyorduk ama sadece Çanakkale Zaferi’miz vardı.
Ama öyle değilmiş. Kut’ül Amare de varmış. Bu kitabı okuyana kadar ne böyle bir zaferden ne de bu isimde bir şehirden haberim yoktu. Aslında kitapta da bahsi geçtiği, Osmanlı Çanakkale Cephesi’nde zafer kazanmış ama diğer cephelerde harap olmuştu. Irak’ta da Bağdat tehlike içindeydi. Kut’ül Amare zaferi yaşanmasa çok daha hazin bir tablo oluşacaktı belki de.
Osmanlı’nın Son Zaferi: Kut’ül Amare kitabı bizlere en başta iman gücünün ne olduğunu gösteriyor. Hem sayıca hem de teçhizat bakımından üstün olmalarına, üstelik Arap Kabileleri altınla kandırıp bölgede karışıklık çıkarmalarına rağmen İngilizler büyük bir yenilgi yaşıyorlar.
Ne de olsa karşılarında savaşan insanlar ölüme gülerek giden Osmanlı Evlatları.
Osmanlı’nın onca savaşa rağmen hâlâ güçlü olduğunu kitapta görüyoruz. Çünkü bazı Arap Kabileleri altınların büyüsüne kapılıp İngilizlerle birlik olsa da, Osmanlı’ya gönülden bağlı Arapların da olduğunu görüyoruz. Boynu bükük, kolu kanadı kırık Osmanlı Devleti’nin etkisi sapsağlam devam etmiş son âna kadar.
Oldukça akıcı, bir solukta okunabilir bir kitap. Olayların içine sizi sürüklüyor ve yüreğinize dokunuyor en derinden. Savaş anlarının anlatıldığı bölümler ise oldukça etkileyici. Hele ki “Savaş şehit olana kadardır.” Dendiğinde hiç gözünü kırpmadan ileri atılan imanlı askerlerin, Osmanlı evlatlarının 100 yıl önce bizler için nasıl savaştıklarını görmek, ayrı bir şükür sebebi.
Kut’ül Amare Zaferi en olumsuz koşullarda bile zaferin nasıl elde edilebileceğini açıkça gösteriyor. Son demlerine gelmiş Osmanlı’da adeta ölümden önceki son gülümseme, Kut’ül Amare.
Zaferin mimarı 6. Ordu Komutanı Halil Paşa savaş sonrasında bir bildiri yayınlıyor. O gün Kut Bayramı ilan ediliyor. NATO’ya üye olduğumuz tarihe kadar da TSK’da bu bayram kutlanmış.
Kitaptan Notlar
1- “Araplar, İngilizlere aldanmayıp bizimle birlikte çarpışsalar işimiz daha kolay olacak, ama maalesef altın kanıyorlar. Acı gerçeği yıllar geçince anlayacaklar. Birer sömürge olacaklar. Tıpkı Hindistan gibi… Aslında, Nasariye önemli bir strateji merkeziydi. İngilizler şimdi Kut’ül Amare önlerinde. Burayı da ele geçirirlerse, Bağdat yolu kendilerine ardına dek açılır. Böylece İngilizler amacına ulaşır…”
2- “Bu topraklarda ne kadar çok ölümden söz ediyoruz değil mi Lawrence… Osmanlı’nın yıllardır kurduğu o köhne sistem çöküyor. Elbette sistem çökünce altında kalanlar ölür. Fakat biz öyle bir sistem inşa edeceğiz ki, çökmeyecek. Bunda iddialıyız. Kaldı ki güneş batmayan bir imparatorluğuz biz, büyük bir tecrübemiz var.”
3- “Bak Lawrence, Arapların özgürlük savaşçısı rolünü oyna, ama bunu ciddiye alma. Gerçek sanma. Ben tek, büyük bir devlet ile uğraşacağıma küçük küçük devletler arasında satranç oynamayı daha çok severim. Bir imparatorluk vardır dünya üzerinde, Britanya İmparatorluğu. Osmanlı İmparatorluğu daha 1877’de ölmüştü ama serum vererek bugüne dek yaşattık. Rusya’ya karşı tabii. Ancak devran değişti. Politikalar değişti. Çıkarlar değişti. Yeraltında kara altın var. Evet, şimdi sarı altın saçıyoruz ama bu saçtıklarımızın kat be kat fazlasını Arapların bilmedikleri, Osmanlı’nın el atamadığı petrol sayesinde kazanacağız. Almanlardan önce buralara geldik. Yani yarışta biz öndeyiz. Almanlar çok geç kaldı.”
4- “Görevimi bırakıp bir yere gitmem. Silah arkadaşlarıma sırtımı dönmem. Savaştan kaçmam.” “Tam bir Osmanlı subayı gibi konuştun. Biraz kendini düşün.” Bu sözün üzerine yüzbaşı Doğan gülümsedi. “Kendini düşünmek… Osmanlı kendini düşünseydi buralarda ne işi vardı. Hele Çanakkale’de İngiliz, Erzurum’da da Ruslar varken bizleri buralara yollamazdı. Bu kutsal topraklar Müslümanlar için önemlidir.”
5- “Siz Türkler hep böylesiniz işte. Hep keskin sınırlar içinde dolaşırsınız. Hep uçurumun kenarlarında dolaşırsınız. Mağrursunuz. Gururlusunuz. Kimseye eyvallahınız yok. Sana özgürlüğünü kazanacaksın diyorum. Ben de altınları alacağım. Yardım eder gibi görüneceksin. Sonra altınları alıp kaçacağız. Ben İngilizlere niye hizmet ediyorum, çok sevdiğimden mi? Hayır. Ama onlar güçlü. Onlarda altın var. Ya sizde? Şeref var diyeceksin. Pöh, Şeref karın doyurur mu? Cebine altın koyar mı?”
6- “Çavuş! Benim silah arkadaşlarım ve askerlerim o toplar sebebiyle can verirken ben burada saklanamam. Pısıp kalamam. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız. Arkadaşlar atış için hazırlansınlar. ”
7- “İzmir’deki Türk askerlerinin Alman subaylara karşı isyan ettikleri ve Erzurum’un düşmesinden dolayı İstanbul’da karışıklıklar çıktığı Reuters Ajansı tarafından bildirilmektedir. Acaba bunlar doğru mudur? Bana bu hususta bilgi verebilir misiniz? Gösterdiğiniz nezakete karşı müteşekkirim. Türkler savaş meydanında daima iyi askerdirler. Fakat ben henüz teslim olmayı düşünmüyorum.”
8- Sonra takım arkadaşlarına döndü. “Geri çekilme yok. Çarpışma ölene kadar, biz şehit olana kadardır. Geri çekileni arkadaşı vurmakla hükümlüdür. Bu kati emirdir. Anlaşıldı mı?”
9- “Zemzir Tepeleri ele geçirilemedi. Geçirilemez. Artık asıl yük sizin ve Towshend’ın omuzlarına kaldı. Özellikle de Towshend’ın. Tanrı yardımcısı olsun… Ben bir kez daha Felahiye’ye saldıracağım.”
10- Mehmet Muzaffer, bir haftalık evli kaldığı eşine göndereceği mektup zarfını cebinden zorlukla aldı. Parmağını boynundaki yaraya batırarak üzerine şunları yazdı. “Kıble ne yöndedir?” “Kıble ne yöndedir?” “Kıble ne yöndedir…”
11- “Atları itlaf etmek… Evet evet, çare bu… Hiç olmazsa at etini askere yedirmek. Ama Hintli askerler at eti yemezler ki… Hindistan’daki din adamlarından at eti yeneceğine dair yazı alırım. Evet evet, en iyisi bu…”
12- “Sen mi bağışladın hayatı bana. Tasarruf hakkını kendinde nasıl buluyorsun?” diyecekti. Vazgeçti. Sonra bu tasarrufa neden olan üniformasının, üzerinde yer yer kan izlerinin olduğu kesimlerine baktı. “İşte hayatıma son veren en önemli sebep bu” diye düşündü.
13- Yüzbaşı Doğan, yaşamının şu son saniyelerinde, “Kelime-i Şehadetimi tamamlayabilecek miyim?” diye düşünürken mangadaki askerler verilecek son emre dikkat kesilmişlerdi. Yüzbaşı bir kez daha yutkundu. Saniyeler kendisine, dakikalar hatta saatler gibi uzun geliyordu. Bir an önce bu iş bitsindi. Alnında bulgur bulgur biriken terler yanağına düştü.
14- “Sizin dostunuz olduğumu her seferinde ispat ettim. Şimdi yine bu saldırıdaki kayıplarını telafi etmek ve bu kara günde yine size yardım eli uzatmak için tam 15.000 altın vereceğim. Bu altının yarısı size yarısını da diğer aşiretlere siz dağıtacaksınız. Kime ne takdir ediyorsanız o kadar altın verin. Bu konuda tamamen serbestsiniz. Bu size dostunuz İngiltere’nin bir hediyesidir.”
15- “Artık Kut’ül Amare için yapılacak bir şey kalmadığından, kasabayı Türklere teslim etme ve teslim olma şartlarını görüşmeye başlayabilirsiniz.”
16- “İlk önce tebrik ederim. Bizi kötü bir kapana kıstırdınız. Elimizi kolumuzu bağladınız.
Türkleri bilirdim. Takdir ederdim. Bir kez daha anladım ki Türkler civanmerttirler. İyi dövüşçüdürler.”
17- “Kut’ül Amare’de mevcut kırk iki top, on iki bin tüfek ve makineli tüfek sağlam olarak Türklere teslim edilecek, ayrıca bir milyon sterlin İngiliz lirasını içeren çek verilecek. Bu çekin verilmesine İngiliz Hükümeti muvafakat etmektedir. Bu parayı Halil Paşa’nın istediği hesaba yatırabiliriz. Buna karşılık da Kut’ül Amare’deki İngiliz ordusu serbest bırakılacak. Bu ordu Hindistan’a gidecek, savaşın sonuna dek hiçbir şekilde harp sahnesine çıkmayacak ve görev almayacak… ”
18- “General, beş aydır sizinle, Alymer ve Gorringe orduları ile dövüşüyorum. Türk ordularının maneviyatları için sizin ve ordunuzun esaretinin zarureti hâsıl olmuştur. Elinizdeki İngiliz yapısı top, tüfek ve cephane de bizim ordumuzdaki modellere uymaz, bu itibarla lüzumlu değildir, serbestçe imha edebilirsiniz. Silahlarınızı imha ettikten sonra benim tarafımdan en ufak bir tecavüze uğramanız ihtimali de olmaz. Şahsıma teklif edilen bir milyon sterin çek meselesini de bir latife olarak telakki ediyorum. Biliyorsunuz, Baltacı devirleri geride kaldı. Biz baltacı değil kazmacıyız.”
19- “Generali! Siz ordunuzun ve milletinizin şerefini müdafaa ettiniz, vaziyetiniz kısmen Plevne’deki Gazi Osman Paşa’nın vaziyetidir. Sizi harp esiri olarak kabul etmiyorum, Padişah’ın ve Türk milletinin misafirisiniz. Rus çarı yanında Osman Paşa ne muamele gördüyse siz de Türkiye’de aynı muameleyi göreceksiniz.”
20- “Orduma,
Arslanlar!
– Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında şühedamızın ruhları şadü handan pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
– Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamdü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.
– İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
– Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulviyatta, semevatta kızıl kanlarla uçuşurken, gazilerimiz de gelecekteki zaferlerimize gözcü olsunlar.”
Mirliva Halil
Altıncı Ordu Komutanı
29 / Nisan / 1916
KUT’ÜL AMARE OSMANLI’NIN SON ZAFERİ
Yazar: İsmail Bilgin
Yayınevi: Timaş Yayınları
Web Sitesi: timas.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
“Üniformanızı kefen belleyin. Üniforma, yeri geldiğinde ateşten gömlek, yeri geldiğinde serin sular gibidir. Kah ateşler içinde yanarsınız pervaneler gibi, kah denize doğru gidersiniz soğuk çağlayanlar gibi…”
Kut’ül Amare’de konuşlanan İngilizler, General Towshend komutasında, Osmanlı’ya karşı koymak için tüm imkanlarını kullanıyorlardı. Arapları altınla, pirinçle kendi saflarına çekiyor, gerek içten gerekse dıştan türlü müdahalelerle Osmanlı’yı püskürtmeye çalışıyordu.Ancak Osmanlı, Kut’ül Amare’yi İngilizlere bırakmayacaktı…
Çanakkale’den sonra İngilizlerin uğradığı en büyük hezimet olan, fakat bugüne kadar üzerinde çokça durulmamış Kut’ül Amare Harekâtı’nı, İsmail Bilgin’in titiz kurgusuyla soluksuz okuyacaksınız.