“ölüyoruz, demek ki yaşanılacak…” diyor İsmet Özel. Evet, bazen ölüm daha güzel olabiliyor, ama yaşamadan ölünmüyor…
Bir süredir hatırat kitaplarına özel olarak ilgi gösteriyorum. Bu sayede sadece bir insanı değil, bir devri, o devrin kültürünü, yaşam tarzını, siyasi ortamını ve daha birçok farklı şeyi öğreniyorum.
Öğrendiğim insanlardan birisi de Ahmed Davudoğlu Hocaefendi oldu bu kitapla birlikte. Kendisini ilk defa duydum, tanıdım ve iyi ki de tanımışım.
Bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan topraklarımızda dünyaya gelen Ahmed Davudoğlu Hocaefendi, anavatan dediği mevcut Türkiye sınırları içerisinde vefat etmiş ve Eyüp mezarlığında metfun bulunuyor.
Komünizm Çilesi
Komünizm zamanında Bulgaristan’da çekmediği çile kalmamış. Yaşadıklarını okudukça hayrete düştüm. Sonrasında bir şekilde serbest kalıp ailesiyle Türkiye’ye döndükten sonra yaşadıkları da pek farklı değil. Bir sürü çektiği çile yetmezmiş gibi, haksız yere 1 yıl ağır hapis cezası çekmiş, laiklik ilkesine karşı geldiği bahanesiyle!
Ahmed Davudoğlu Hocaefendi’yi tanıdıkça farkettiğim bir detay şu ki, Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’daki iskan politikaları gerçekten muhteşem imiş. Zira oradaki Türkler öyle seçkin yerlerden gelmişler ki, aradan kaç devir geçmesine rağmen hem özlerini hem de dinlerini en iyi şekilde muhafaza etmişler. Ahmed Davudoğlu Hocaefendi de bu muhafazanın bir eseri olarak oralardan çıkmış gelmiş…
Kitap hakikaten de “ölüm daha güzeldi” dedirtecek kadar var. Bir mübareğin hayatına, çilelerine tanık olmak isteyenler buyursunlar…
ÖLÜM DAHA GÜZELDİ
Yazar: Ahmed Davudoğlu
Yayınevi: Hece Yayınları
Web Sitesi: hece.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
Kollarımı o kalın sicimle arkama kat kat bağladı. Başıma da bir maske geçirdi. Bu maskenin fil hortumuna benzer bir hortumu vardı. Maskeyi giyen insan bu hortumun içinden nefes alıyordu. Hortumun içinde ise oksijen vardı. Zannederim hortum, sesi önlemek için yapılmıştı. Maske başıma geçirilince dünyayı iki gözlükten görmeye ve hortumdan gelen hoş bir havayı teneffüse başladım. Tam bu sırada birden ateş düşmüş gibi bir hâl oldu. Teğmen elektrik cereyanını salmıştı. Kafamın mor alevler içinde cayır cayır yanmakta olduğunu, maskenin gözlüklerinden görüyordum. Sade kafam değil, bütün vücudum yanıyor! Dişlerim birbirine çarptıkça elektrik burgusuna benzer bir çatırdı duyuyor; feryat ve figanım ayyuka çıkıyordu. İnsafsız kefere zerre kadar vicdan azabı duymadan beni diri diri yakıyordu…