Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi kitabını tahlil ettikten sonra Hatırat Okumaları programında muhakkak okumalıyız diye bahsettiğimiz Dervişler Arasında İki Hafta kitabını daha yeni okumak nasip oldu. 3 yılı aşkındır kütüphanemde okunmayı bekleyen bu eser her kitabın bir kaderi olduğunu bir kez daha bana gösterdi. Vakti geldi ve okumuş olduk.
Danimarkalı parapsikolog Carl Vett’in 1925’te İstanbul’da Şeyh Esad Erbilli Efendi’nin dergahında geçirdiği 14 günlük süreci -öncesi ve sonrasıyla- anlattığı bu eser dönemin dervişlerini ve dergah hayatını önümüze getiriyor. Hem Batı’da hem de Doğu’da gerçekleştirdiği psişik araştırmalar Vett’i dervişlerin zikirle ulaştıkları mertebeleri bizzat gözlemlemeyi arzu ediyor ve bir gayrimüslim olduğu halde Esad Efendi tarafından kabul ediliyor ve dergahta iki hafta kalıyor.
Kitap yazma niyetinde olmamakla birlikte Menemen hadisesi neticesinde Esad Efendi ve oğlu Mehmed Ali Efendi’nin idama mahkum edilmesi Carl Vett’i üzüntüye boğuyor ve onlara ithafen hatıralarını yayımlıyor.
Kitapta tekkede geçirdiği günlerin evvelindeki süreci öncelikle aktarıyor. İslam mistisizmine dair değerlendirmelerle birlikte Mevlevi ve Rıfai dergahlarına yaptığı ziyaretleri ve buralardaki deneyimlerini anlatıyor. Bir yol arayışındayken Esad Efendi’yle karşılaşmak nasip oluyor ve dergaha giriyor.
14 gün boyunca dergahta neler yaşadığını gün gün yazmış. Dervişlerin Vett’e muamelesi, Esad Efendi ile fikri münakaşaları, dışardan gelen ziyaretçilerle tartışmaları, dervişlerin zikirleri ve daha birçok olayı anlatıyor. Dergahtakiler Vett henüz Müslüman olmadığı halde sanki oldu olacakmış gibi ilgi gösteriyorlar ve Vett’e çok iyi muamele ediyorlar. 14 günün sonunda keşke biraz daha kalsan deseler de Vett ayrılmak durumunda kalıyor.
Carl Vett Mehmed Ali Efendi’nin Üsküdar Çiçekçi’de bulunan dergahını ziyaret ettikten sonra ülkemizden ayrılıyor. Dergah macerası böylece son bulsa da kitapta bir de adı geçen kişilerin biyografileri bulunuyor. Ayrıca Menemen olaylarının iç yüzüne dair bazı makaleler kitabın sonuna eklenmiş.
Kitaptan aldığım bazı notlar şöyle:
- “Büyük üstadımız ve müceddidimiz İmam-ı Gazali; insanın Allah’a bedeniyle değil, kalbiyle kurbiyet kazanacağını belirtmiştir. Ancak onun kalpten kast ettiği, günümüzdeki yaygın kullanımıyla kalp dediğimiz şu et parçacığı değildir. Gazali’ye göre kalp, bizim Allah’la irtibatımızı sağlayan gizli bir latife-i Rabbani’dir. Şimdi bu beş duyumuzun da ötesinde olan kalbini benim kalbimle bağlantıya geçirmek için yoğunlaş.”
- Afrika’nın yer altı zengini memleketlerini ve Akdeniz’in doğu sahillerini ele geçirmek isteyen emperyal güçler, Türkler’in barbarlık ve vahşeti hakkında bir sürü tuhaf söylenti yayıyorlar. Türkler’in Ermeni ve Yunan halklarına karşı giriştikleri iddia edilen katliam haberleri, zihnimde hâlâ canlılığını koruyor. Türkler’in dünyadaki milletler arasında en barışçıl ve en arkadaş canlısı millet olduğunu söylesem, inanın onlara karşı hissiyatımda mübalağa etmiş sayılmam. Türkler kendi hallerine bırakıldığında ve dinlerine karışılmadığı sürece bir fareye dahi zarar vermezler. Avrupa zihniyetine göre ise onlar dünya malına kıymet vermediklerinden çalışmayı sevmeyen tembel insanlardır. Asyalı tarzında kanaatkar ve tevekkülcü bir hayat sürerler ki bu, Batı insanı için anlaşılır gibi değildir.
- Kur’an-ı Kerim’de alkollü içecek yasaklanmıştı. Bunun yerine Hz. Muhammed sanırım müminlere manevi sarhoşluğu tatmaları için zikir getirmişti. Bu ilginç dini uygulamanın içine ne kadar çok girmeye çalışırsam bu zikirlerin insanda bir nevi manevi sarhoşluk etkisi bıraktığını o kadar net görüyorum.
- Zikirle enaniyetin eriyip Allah’ın içimizdeki kıvılcımı olan ilahi nefhayla bütünleştiği bu bilinç hali artık Avrupa’da neredeyse hiç bilinmiyor. Doğu’da ise bu bilinç tam yüzeyde duruyor. Tasavvuf felsefesi, insanın bu bilinç durumunun farkına varıp onu anlamış ve onu birçok şekilde ifade etmiştir. Bunlardan belki de en manidar olanı şu sözdür: “Ben Allah’ı tanımıyorum, çünkü bu cümlede tanıyan da tanınan da birdir!”
- İnsan icadı her şey aslında tabiattaki bir şeyin taklididir. Teknoloji, bizim bu din karşıtı, şeytani çağımızda tamir ve üretim yerine tahrip ve yıkım için kullanılmaktadır. İnsan icad ettiği savaş malzeme ve edevatıyla aslında karada, denizde ve havadaki ilk hayvanları taklit etmektedir.
- “Zikrin amacı, Allah’ı bilebilmemiz ve O’na şükredebilmemiz için bizi gafletten uyandırmaktır. Zikir, sen farkına varmadan içinde yeni bir kudret oluşturur. Bir gün Allah tarafından sana lütfedilen ve kitaplarda bulunmayan bir ilim ve hikmete sahip olduğunu göreceksin. Bunun üzerinde tefekkür edersen, ilk adımını atmış olursun.”
Aldığım notlar elbette ki bu kadarla sınırlı değil. Burada sadece bir kısmını paylaştım, kitabın muhtevası o kadar dolu ki birkaç sayfada bir altı çizilecek bir satıra rastlamak mümkün. Tekke ve zaviyelerin kapatılmadan hemen öncesindeki bir dönemdeki Nakşi dergahını ziyaret etmek için ne duruyorsunuz? Muhakkak bu kitabı okumalısınız.
Çevirmen Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu’nun Kitabı Takdimi
DERVİŞLER ARASINDA İKİ HAFTA
Yazar: Carl Vett
Yayınevi: Kaknüs Yayınları
Web Sitesi: kaknus.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
Bir Dergâhta Derviş Olarak Bir Süre Kalmasına İzin Verilen İlk Gayrimüslim Oldum
Batı’da ve Hindistan’da yıllardır sürdürdüğüm psişik araştırmalar, bende dervişlerin kendilerine has usûllerle ulaştıkları coşkun ruh hâllerini ilk elden gözlemleme arzusu uyandırmıştı. İslâm’ın derviş tarikatlarını manevi yola girmeye olanak tanıyan okullar olarak tanıdım. 1925 yılında İstanbul’daki Nakşibendi dervişleri arasında iki hafta geçirdim.
Bu hatıratı yayımlamak gayesiyle tutmamıştım. Ancak Şubat 1931’de Menemen’de idam cezasına çarptırılan 29 kişinin arasında, Şeyh Esat Efendi, oğlu ve dergâhta bir arada bulunduğum dervişlerden bazılarının da olması, orada yaşadığım tecrübelerin daha geniş çevreleri ilgilendirebileceğini düşünmeme neden oldu.
Şu unutulmamalıdır ki, bu kitap şu an tarihe mal olmuş bir dönemi anlatmaktadır. O dönemin Sûfîleri arasında üst düzey yöneticiler, üniversite profesörleri, yüksek rütbeli askerî subaylar ve zengin tüccarlar vardı. Osmanlı sultanları genellikle bir veya birden fazla tasavvuf yoluna bağlıydılar.
Günümüzdeki gibi geçmişle bağın kökten koparılması, değişimin fiiliyat biçiminde bazen gerekli olabilir. Ancak Türk halkı gibi, birçok fazilet ve güzel vasfa sahip insanların arasında, geçmiş güzelliklerin duyarlı bir biçimde hatırlanması, bizleri sadece ve sadece daha yüce bir ferdî saygıya ve daha güçlü bir vahdet duygusuna ulaştırır.
Dergâhta geçirdiğim süreye ve orada tanıştığım âlimlere en kalbî şükran duygularımla bu kitabı Esad Efendi’ye ve 3 Şubat 1931’de idam edilen Mehmed Ali Efendi’ye ithaf ediyorum.