Hatırat Okumaları programında 2021’in son kitabı olan Abdülhamid İstanbul’unda Bir Kadın Seyyah, Bulgar bir kadın yazarın 5 Eylül 1907 tarihinde başladığı 9 günlük İstanbul seyahatini anlattığı bir eser.
Kitabın orijinali 9 bölümden oluşsa da yayına hazırlayan Prof. Dr. Hüseyin Mevsim hocamız son bölümü ikiye ayırarak 10 bölümde okuyucuya sunmayı uygun görmüş. Evgenia Mars eserini gün gün ama günlük tarzından ziyade seyahatname havasında kaleme almış.
Sofya’dan başlayan bu seyahate Evgenia Mars’ın kocası ve meşhur Bulgar şairi İvan Vazov da eşlik ediyorlar. Kitabın yazarı, meşhur şairle tren garında tesadüfen karşılaştıklarını belirtse de Hüseyin hocanın giriş kısmındaki detaylı izahatında bunun böyle olamayacağı ve seyahate planlı bir şekilde çıktıkları anlatılıyor.
Yeri gelmişken bu kitapta ve bunun gibi hatırat-seyahatnamelerde mümkünse giriş kısımlarını, yayıncının kitabın öncesindeki notlarını asla kitabın kendisinden önce okumayın. Zira bu eserleri yayına hazırlayanların önsözleri her ne kadar çok kıymetli bilgiler ihtiva etseler de kitabın kendisine dair birtakım önyargılara sebep olurlar. Dolayısıyla bu alanda uzman olan Hamit Kardaş ağabeyimizden öğrendiğimiz üzere, önsözler her zaman en son okunmalı. (Bu durumun çok nadir de olsa bazı kitaplar için istisnası olabilir. İstisnalar kaideyi bozmaz.)
Seyahatin ilk kısmı Sofya-Sirkeci arasındaki yolculuktan oluşuyor. Seyyahlarımız bir yandan İstanbul’u görecek olmanın heyecanını yaşarken diğer yandan Türkler hakkında kendilerine tembih edilenlerden ötürü tedirginler. Hele ki tren sınırı geçip de Türk topraklarına girince anlamsız bir karamsarlığa boğuluyorlar.
İstanbul’a vardıklarında pasaport işlemlerini halledip Pera’da otele yerleşiyorlar. İstanbul’dan ayrılana kadar da soluksuz geziyorlar. Haliç’te kayıkla seyahate çıkıp Demir Kilise’yi ziyaretten tutun da Adalar’da fayton turuna kadar İstanbul’da bir turistin yapabileceği bütün etkinlikleri yapıyorlar.
Vapurla boğaz turu yapıyorlar, Divanyolu’ndaki padişah türbelerini ziyaret ediyorlar, Ayasofya’yı ziyaret etmek istiyorlarsa da o dönem izin verilmediği için elleri boş dönüyorlar. Bulgar Hastanesi, Bulgar Ruhban Mektebi ve Bulgar Ekzarhlığı gibi Bulgarlara ait yerleri de ziyaret etmeyi ihmal etmiyorlar. Tabii ki Kapalıçarşı’yı da görmeden gitmiyorlar.
Hatta Sultan Abdülhamid’in Cuma Selamlığı’na bile katılıyolar. Galata Mevlevihanesi’nde semazenleri de seyrediyorlar. Nihayet 13 Eylül 1907 akşamı Sofya’ya geri dönüş yoluna çıkıyorlar.
Evgenia Mars’ın anlatımında doğa tasvirleri ve milliyetçi duygular oldukça baskın. Hatta okurken rahatsız edici bir seviyede. Bunun neden böyle olduğunu Hüseyin Mevsim hoca güzelce izah etmiş, meğerse bu kitabı yazması hususunda İvan Vazov ısrarcı olmuş ve Vazov’un kendi üslubunun bariz tesiri kitabın tamamına yansımış.
Mesela trenleri Bulgar-Türk sınırına gelene kadar Sofya’dır Filibe’dir geçtikleri yerler sanki cennet bahçesi. Ne zaman ki Trakya topraklarına giriyorlar, her yer çorak, dehşetli, karanlık, korkutucuymuş gibi tasvir ediliyor. Yahu ne oluyor dememek elde değil.
İstanbul’da da aynı şekilde. Hep bir tepeden bakmalar. Avrupalılar, hele ki Bulgarlar yazarın anlatımında medeniyetin zirvesi iken Osmanlılar yaban. Evgenia Mars’ın önyargı dolu düşünceleri bazı gerçekleri görememesine sebep olmuş.
Aşırı milliyetçi hisleri de İstanbul’u dar bir bakış açısıyla görmesine, açısının dışında kalan İstanbul’a dair nice güzelliği kaçırmasına sebep olmuş. Kitabın giriş kısmında bu durum şöyle izah ediliyor: “Evgenia Mars, 200 yıl önce İstanbul’u dolaşan İngiliz Lady Mary Montagu gibi kadın olma bilincini, kibrini ve özgüvenini taşıyordu.” Hele ki Bizans döneminde Bulgarların İstanbul’u kuşatmış olmalarına dahi büyük bir önem ve kutsiyet atfediyor.
Kitaba dair ilginç bir detay ise sokak köpeklerinin o dönem İstanbul’u ziyaret eden her seyyahta olduğu gibi Evgenia Mars’ın da gözünden kaçmaması. Sokak köpeklerinin çokluğundan rahatsızlığını vurgulamakla beraber şunu söylüyor: “Sokak köpekleri İstanbul’dan sadece sahipleri de gittiği zaman gidecek.”
Kitabın satır aralarında İstanbul’a dair daha birçok detay saklı. Okunması kolay, keyifli olan bu eser Eylül 1907 tarihindeki İstanbul’u milliyetçi bir Bulgar kadın seyyahın gözünden günümüze taşıyor.
ABDÜLHAMİD İSTANBUL’UNDA BİR KADIN SEYYAH
Yazar: Evgenia Mars
Yayınevi: Kitap Yayınevi
Web Sitesi: kitapyayinevi.com
ARKA KAPAK METNİ
1907’nin Eylül ayı başlarında, bir Bulgar kadın yazar, diş hekimi kocasıyla Sofya Garı’nda, ülkenin efsanevi milli şairiyle buluşuyor. Kadın yolcu, 1903’ten başlayarak farklı dergi ve gazetelerde hikâye ve oyunları yayınlanmaya başlayan, daha çok Mars takma soyadıyla bilinen Evgenia Bonçeva–Elmazova.
İkinci yolcumuz, Evgenia Mars’ın kocası Dr. Mihail Elmazov. Sofya Garı’nda onları bekleyen üçüncü yolcu ise ünlü Bulgar şairi İvan Vazov. Bu üç yolcu Osmanlı İmparatorluğu payitahtına gidiyorlar. İki yıl sonra yayınlanan seyahat izlenimlerinin ilk bölümünde Sofya-İstanbul tren yolculuğu anlatılıyor. Akşam saatlerinde, o zaman Harmanlı civarından geçen Bulgar-Türk sınırına gelindiğinde özellikle kadın yazarın, zihnindeki basmakalıp önyargıların ağırlığı altında ezildiğine tanık olmaya başlıyoruz. Nihayet Sirkeci Garı’na ulaşılıyor ve Beyoğlu’ndaki d’Athens Palace Oteline yerleşiliyor.
Seyahat notlarının ilerleyen kısımlarında, burada geçirilen on gün boyunca yoğun bir koşuşturma içinde ziyaret edilen yer ve mekânların tasviri sunuluyor. Boğaziçi’nden Sultanahmet Meydanı’na, Büyükada’dan Taksim’e, Kapalıçarşı’dan Ortaköy ve Galata’ya uzanan geziler yapılıyor. Yolcular şehirdeki Bulgarlara ait izleri görmeyi arzu ettiklerinden ve Şişli’deki Evlogi Georgiev Bulgar Hastanesi ve Bulgar Ruhban Mektebi, Ortaköy’deki Bulgar Ekzarhlığı ve Fener’deki Demir Kilise gibi kurum ve kuruluşlar da ziyaret ediliyor.
Evgenia Mars’ın geleneksel İstanbul’u da ihmal etmediği, Divanyolu’ndaki padişah türbelerini ziyaret etmesinden, II. Abdülhamid’in Yıldız Hamidiye Camisi’ndeki Cuma selamlığı merasimini dikkatle izlemesinden, son olarak da Galata Mevlevihanesinde semazenlerin gösterisini kaçırmamasından anlaşılıyor. Yazar, 20. yüzyılın hemen başında ziyaret ettiği Osmanlı payitahtını durgun, cansız, solgun, yoğun bir kasvet ve hüzün saçan bir yer olarak görüyor. Hüznün kaynağını bazen şehrin gerçek sahipleri olarak görülen sokak köpekleri ve her adım başı karşınıza çıkarak ölümü çağrıştıran mezarlıklar oluşturuyor.
Seyahat notlarını Türkçeye çevirip notlayan Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesi.