İlkokuldayken kitaplıktan bir kitap almıştım. Kendi Gök Kubbemiz başlığını taşıyan bir şiir kitabıydı. İlk defa o zaman gördüm Yahya Kemal’in ismini. Güzel şiirler vardı her ne kadar o yaşlarda çok idrak edemesem de. Aklımda öyle güzel kaldı Yahya Kemal.
Yıllar sonra Hatırat Okumaları yaparken bir kez daha rastladım kendisine. Hayatının erken dönemlerinde nasıl yaşadığını bu kitapla öğrenmiş oldum.
Yahya Kemal Balkanlar’ın çalkantılı olduğu dönemlerde Üsküp’te dünyaya gelmiş. Osmanlı’nın hâlen bölgeye hakim olduğu zamanları, yaşanan sorunları ve sonrasında çıkan karışıklıkları gözlemlemiş. Çocukluğu Üsküp-Filibe arasında geçtikten sonra İstanbul’a gelmiş. Sonra da bir Paris sevdasına tutularak Avrupa’ya açılmış. Orada çeşitli Avrupa şehirlerine seyahatlerde bulunmuş.
Yahya Kemal hatıratında çocukluğundan başlayarak görüp geçirdiklerini aktarıyor. Özellikle ilk kısımda, dönemin Balkan coğrafyasına dair sosyal yaşamdan, iktisadi yaşamdan, siyasi yaşamdan birçok detayları paylaşıyor. Satır aralarında olmakla birlikte o dönemlerin örf ve adetlerini dahi çıkarabilmek mümkün. Devamındaki bölümlerde ise edebiyata yönelişiyle birlikte geçirdiği zamanları aktarıyor. Bu bölümde edebiyatla ilgilenenler açısından önemli detaylar mevcut. Ardından siyasi hatıralar kısmında İttihad ve Terakki, Jöntürkler ve diğer siyasi hatıralarını aktarıyor.
Kitap İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından yıllar önce basılmış. Yeni baskıları yapılmış daha sonradan fakat ilk baskının tıpatıp aynısı basılmış. Bu yüzden üslup olarak yıllar öncesine ait olmasından mütevellit birçok eski kelime barındırıyor. Eski kelimeleri tanımak, öğrenmek isteyenler için güzel bir fırsat olsa da kimi satırları anlamak zor olabiliyor. Nasıl bir üslubu olduğunu aldığım notlardan da görebilirsiniz. Her halükarda Yahya Kemal’in bu hatıratının teknik anlamda ciddi tashih edilmesi gerekiyor.
Kitapta dikkatimi çeken hususlar, altını çizdiğim bazı cümleler şu şekilde:
- Mektebe başlayışım kadim an’aneye tamamiyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve muallim-i sani Gani efendiler bizim selamlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı bir cüzdanlık alınmıştı. Gani Efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabb-ı yessir yazdı. Sonra üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalatdılar.
- Üsküb annemin nazarından tam bir müslüman şehriydi. Selanik ise, bilakis, yahudi ve gavurla karışık bir ağyar diyarı idi. Oraya gitmekten teşe’üm ediyordu.
- Nanamı tanımasaydım Ernest Renan’ın naklettiği Hz. İsa’yı ve Balzac’ın tasvir ettiği Baba Gorio’yu iyi anlamazdım. Tabiatın hangi nadir madeninden yaratılmıştı?
- Yeni Mekteb’e gide gele, gide gele üç sene geçmişti. Lakin cüz kılıfımdaki Elifba’yı henüz söktürememiştim. Yalnız Adem, İdris, Nuh, Salih, İshak, İbrahim… diye peygamberlerin isimlerini ezber öğrenmiştim. Garip bir zevkle bu peygamberlerin arasında en ziyade Hz. Adem’i seviyordum., Muhammed’i onun kadar sevemiyordum. Annem, evde bu dalaletimi tashih etti. Muhammed’i sevmeyi öğretti. Maamafih bir müddet Hz. Adem’den vazgeçemedim. Böyle düşünmekle bir günah işlediğimin farkındaydım ve bu yüzden düşünceliydim. Babam arada sırada Elifba cüzünü açarak, harfleri sorardı. Bilemezdim, hemen mahalle mekteplerine küfretmeğe başlardı. Beni öğrenebileceğim bir mektebe vereceğini söyler dururdu.
- Balkanlarda zengin çingeneler eski Osmanlı medeniyetinin varisi olmak hevesini taşıyorlar. Eski Osmanlılar gibi cepken, çakşır, ökçeli rugan kunduralar giyiyorlar, iri gümüş köstekler taşıyorlar, geniş kuşaklar dolanıyorlar, kehribar ve yasemin ağızlıklardam sigara içiyorlar. Düğünlerini de tıpkı eski Osmanlı düğünleri gibi yapıyorlar.
- Üsküp Fatih devrinin ruhani bir mezarlığıydı. Her köşesinde bir evliya yatardı. Halkı rivayet ederdi ki ya Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahud da Üsküp’de, ulema henüz bu bahsi halledememiş.
- Üsküp o kadar eski ve o kadar Türktü ki İstanbul’dan ve Selanik’ten gelen yeni kelimeleri, yeni eşyayı, hatta yeni şarkıları alafranga telakki ederdi. Balık suyu idrak etmediği gibi, Üsküp de Türklüğünü idrak etmiyordu. Bütün Türk şehirleri gibi kendine sadece müslüman diyordu.
- [Rumeliden bir genç] “Zaman geçtikçe meydana çıkıyor ki o tumturakdan, alayişden, böbürlenmekden azade yaşayan Türk milliyeti demirden bir kitleymiş. Türk memleketinin asıl sırrı Türkdeymiş. Arnavud’u, Çerkez’i, Kürt’ü, hakim ve metin bir millet kitlesi eden Türk mayasıymış. Bugün Rumeli’de bilfiil meydana çıkan netice isbat etti ki Türk bu devletin müslüman unsurlarını birleşdirmek için Allah tarafından bir mevhibe imiş. O giderse Arnavudlar, Kürtler, Çerkezler çil yavrusuna dönerlermiş. Bugün Arnavudlar ne bir ordu, ne bir müessese, ne bir idari şebeke vücuda getirebiliyorlar. Bir zaman Türk idaresinde ferdi kabiliyetle o kadar büyük adamlar yetişdiren bu unsur, kendi başına kalınca şaşırdı. Arnavudluk’da aciz, Sırbistan’da ise irade-i cüziyesine bile sahip değil. On üç senede Türk’ün büyük bir millet olduğunu anladık, zaman geçtikçe daha ziyade anlayacağız zannediyorum. Uyandık, lakin karanlıkta uyandık.”
- Mütareke imzalanmış. O gece Şişli’deydim. Sabah Beyoğlu’na çıkarken kapılara, pencerelere bayrak asan, bağırıp çağrışan, adeta nümayiş eden insanlar gördüm. Senelerden beri görmediğimiz İngiliz, Fransız ve bilhassa Yunan bayrakları, mağazalara, apartman pencerelerine yeni asılıyordu.
- Tarihçe-i Vak’a-i Zağra kitabı Türkler’in vatan edebiyatında en samimi, yüksek bir şaheserdir. Onun için de okunmaz!
- İttihad ü Terakki kadar bin türlü zihniyeti, bin türlü yaratılışı, bin türlü emeli bir araya toplamış ve dağılmamış, bilakis, zaman geçtikçe daha ziyade toplanmış ve kuvvetlenmiş siyasi bir cemiyeti Avrupa’nın ve Asya’nın tarihinde göstermek imkansızdır. İttihadcı ittifakının içinde en dinsiz masonlar yanında en şedid İslam ittihadcıları, en geniş insaniyetçi ve medeniyetçiler yanında en dar kafalı milliyetçiler bulunduğu gibi, en seciyeli tanınmış adamlarla seciyesizlikleri herkesce malum adamlar, maddi menfaatlerden uzak, temiz vatanperverlerle vurguncuları ve harb zenginleri yanyana ve birbirlerini çok sever olacak görülüyordu. Böyleyken İttihad ü Terakki dağılmadı. Bu terkibi Talat vücuda getirmiştir. Onun cazibesi, onun herkesi kendine, sonra Cemiyet’e bağlayışı, onun binlerce insanı en yakın arkadaş vehmini vererek idare edişi, bu birliğin mayası idi.
- [Gençtürklerin söyledikleri] “Hepimiz Osmanlıyız, Abdülhamid zulmetmese Hıristiyan tebeamız çok iyi vatandaş olurlar. Ermeni katliamını icra eden yalnız Yıldız Sarayı’dır. Ermeni meselesi Abdülhamid’le Ermenilik arasında bir mücadeledir. Makedonya meselesi, yine Abdülhamid’in eseridir. Kanun-i Esasi ilan edilse, o da zail olur. Yunan Harbi’nde galib geldiğimiz halde, üste Girit’i verdik, Abdülhamid’in cinayetidir. İngiltere Akabe’yi de aldı, Abdülhamid’in idaresi yüzündendir. 1877’den beri ne kaybettikse hep onun belasıdır. İngiltere hayırhahımızdır. Türkiye’de Kanun-i Esasi taraftarıdır. İstanbul’da hür bir idare istiyor, hürriyeti ilan edersek ve İngiltere ile dost olursak vatanımız kurtulur, bütün Osmanlı tebeası kardeş ve kanun nazarında müsavi olmalıdır. Abdülhamid mecnundur, Halife olamaz. Abdülhamid’in Osmanlı hanedanından olduğu şüphelidir, belki bir Ermeni’nin sulbündendir.

ÇOCUKLUĞUM, GENÇLİĞİM, SİYASİ VE EDEBİ HATIRALARIM
Yazar: Yahya Kemal
Yayınevi: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları
Web Sitesi: istanbulfetihcemiyeti.org.tr
ARKA KAPAK METNİ
Yahya Kemal’in vatan evladı olduğu Üsküb’ü, Filibe’yi, Selânik’i ve ailesini bütün eski Türkvasıflarıyla resmettiği Çocukluğum-Gençliğim; edebiyat ve şiir hakkındaki yazı ve hatıralarını topladığı Edebî Hatıralar; imparatorluk çapındaki vatanımızın kendi elimizle hazin yıkılışını hikâye ettiği Siyasî Hatıralar ile Jön Türklerin iç yüzünü gösteren Jön Türklere Dair adı altında dört bölümden oluşan eser.