Balkan Savaşları, Osmanlı Devleti’nin tarihinde yaşadığı en büyük acılardan ve hezimetlerden birisidir. Yüzlerce yıl boyunca devletin hakim olduğu, Arnavutluk-Trakya arasındaki Balkan toprakları bir anda kaybedilmiş, bir daha da geri alınamamış. Bir tek Edirne kurtarılabilmiş.
Balkan Savaşları’na dair bundan 5 sene evvel bir hatırat okumuş ve değerlendirmelerimi-notlarımı paylaşmıştım: Trablusgarp ve Balkan Savaşlarında Hilal Altında İki Yıl
Şimdi ise Birinci Balkan Savaşı’nda Bulgarların Çatalca’ya kadar ilerleyişine ve durdurulmalarına yakından şahit olmuş, bizzat cephe hattı boyunca koşturmuş, savunma planlarına katkıda bulunmuş olan Alman subay Gustav von Hochwachter’nın savaş boyunca tuttuğu günlüklerden oluşan hatıratını okudum.
Balkan Savaşları’nın siviller üzerindeki yıkıcı etkisini önceki kitapta yoğun hissetmişken, bu kitapta savaşın bir de cephe boyutunu görmüş oldum. Yürek parçalayan hadiselerden geçilmiyor kitap. Doğru düzgün bir yolun olmadığı rotada her türlü imkandan mahrum askerlerimiz çok büyük sıkıntılara düçar olmuşlar. Açlık, susuzluk, salgın hastalıklar ve benzeri sebepler sonucunda çıkan kargaşalar bir yana, yüzlerce insanımız toplu mezarlara gömülmek durumunda kalmışlar.
Elbette bu facianın birçok sebebi var. Savaş boyunca yiğitçe çarpışan Mahmut Muhtar Paşa “Bizi buglarlar değil, kendi kötü yönetim ve anlayışımız yendi.” diyerek durumu itiraf ediyor. Gustav von Hochwachter’nın bu noktadaki tespiti de benzer şekilde:
“SAVAŞI KAYBEDEN TÜRK ASKERİ DEĞİLDİ, KABAHAT sorumsuzca davranıp gerekli önlemleri almayan SORUMLU MERCİLERİNDİR.”
Gustav von Hochwachter
Balkan Savaşları öncesinde zaten Osmanlı Ordusu başta Trablusgarp ve Yemen olmak üzere farklı cephelerde birçok sıkıntı ile mücadele etmek durumunda kalmıştı. Balkan Savaşları’ndan evvel deneyimli subaylar yok denecek kadar azdı, askerler de aynı şekilde askeri deneyimden yoksunlardı. Üstelik idarecilerin acele saldırma arzusu ordunun hazırlıkları tamamlamadan harekete geçmesine sebep olmuş ve sonuç facia olmuştur.
Bu eseri okuyunca şunu bir kez daha anladım ki halimize ne kadar şükretsek azdır. 100 sene önce dedelerimiz ülkenin dört bir yanında cephelerde can vermişler. Topyekün bütün bir millet Çanakkale’den düşmanı geçirmemek üzere canlarını siper etmişler. Kurtuluş Savaşı ile vatanı düşmandan bir kez daha kurtarmışlar. Sıcak yatağımızdan, her türlü refaha sahip olduğumuz evlerimizden o günlere bir göz atmak, böyle eserleri okumak bizim için çok kolay.
Peki cephede 40 saat boyunca bir lokma yiyecek bulamayan, içecek suyu kalmayıp birikintilerden su içen, hastalıktan perişan olmuşken hiçbir ilaç bulamayan ceddimizi nasıl anlayacağız?
Kitaptan aldığım bazı notlar şöyle:
- “Bir ordu için en büyük yıkım, genç subayların askeri görevlerinin dışına çıkarak, ordunun ya da ülkenin düzenlenmesine kalkmaları, kanun ve nizam değiştirmek, devlet yönetimi üzerinde hakimiyet kurmak, devletin siyasal işlerine etkide bulunmak gibi amaçlara dayanan örgütler ve dernekler kurmalarıdır.” – Mahmut Muhtar Paşa
- “Ordumuz için askeri eğitimin temel kaynağı Almanya’dır. Almanya’da ise saldırı düşüncesi her şeyin üstündedir. Bu nedenle bizim kurmaylarımızda her başarının saldırı ile elde edileceği düşüncesi egemendir. Ancak Alman Ordusu’nun büyük eğitimcisi Moltke’nin “Önce tartıp sonra saldırmak” kuramını özümseyemediğimiz anlaşıldı.” – Mahmut Muhtar Paşa
- “Bizi Bulgarlar değil, kendi kötü yönetim ve anlayışımız yendi.” – Mahmut Muhtar Paşa
- Köylerden birinde konaklayan tüm asker ve subayları Rumlar ve Bulgarlar “kesmişler.” Sadece ceset parçaları, birçok üniforma, tüfek ve cephane bulunmuş. Paşa önce bütün kadınları ve çocukları köyden çıkarttıktan sonra bütün erkekleri vurdurup köyü yaktırtmış.
- Gazetelerdeki haberler ne kadar yanlış! Hükümet halkın gerçek duygularını saklıyor. Eğer Muhtar Paşa son muharebelerde galip geldiyse Vize’de bu genel havayı iyi etkileyecek. Muhtar Paşa ne olursa olsun tekrar savaşmayı düşünmüyordu, ne oldu da fikrini değiştirdi?
- Kerpiç bir kulübenin önünde durdum. İçerisi asker ve yaralı dolu; müthiş havasız. Zavallılar günlerdir tek bir lokma yemediklerini söyledi. Saray’dan aldığım büyük somun ekmeğimin yarısını onlara verdim. Bu kadar insanın nesine yeter? Cephenin gerisindeki sefaleti daha iyi anladım.
- Hükümet, Bulgarlarla yapılacak bir savaşta, savaş alanının Edirne yöresinde olacağını bilmesine rağmen, geçen yıllar boyunca hiçbir önlem almamıştı. Ne tren hatları inşa edilmiş, ne yeni yollar, ne de yeni köprüler yapılmıştı. Son ana kadar savaşın çıkacağına ihtimal verilmedi.
- SAVAŞI KAYBEDEN TÜRK ASKERİ DEĞİLDİ, KABAHAT sorumsuzca davranıp gerekli önlemleri almayan SORUMLU MERCİLERİNDİR.
- Bir tümseğin üzerinden aşağıda büyük bir toplu mezar kazanları gördüm. Beyaz önlüklü askerler, ardı arkası kesilmeksizin sedyelerle taşıdıkları cesetleri bu mezarın içine deviriyorlar. İlerde orada kimlerin yattığı bilinmeyecek.
- Her taraftan dinmek bilmeyen iniltiler duyuluyor; etraf avları için birbiriyle boğuşan akbaba ve köpek sürüleri ile dolu. Kokuda geçilmiyor, tüm arazi ölü tarlası gibi. Bu görüntüler hafızamdan çıkmıyor!
- Her yanımızda şarapneller patlıyor, başımızın üstünden mermiler geçiyor. Muhtar Paşa her zamanki gibi umursamıyor. Birden Lehmann henüz sıcaklığını koruyan parçayı eline aldı; Muhtar Paşa gülerek bana doğru döndü ve resim çekip çekemediğimi sordu.
- Binbaşı Lehmann ve ben bir kere daha Muhtar Paşa’dan bu kadar ön saflarda çarpışmamasını rica ettik. Kendisi “Bana kurşun işlemez” diye cevap verdi. Keşke bu sözleri gerçek olsa idi!
- Çatalca muharebeleri Türkler için bir başarı abidesidir. Osmanlı topçu birliklerinin üstünlüğü sayesinde Bulgarlar yenildi. Bulgarlar hedeflere çoğu kez tam isabet ettiremedi. Türk askerinin Krupp toplarını güven ve soğukkanlı kullanması sayesinde, bu topların ne kadar değerli olduğu bir kez daha ispatlandı.
- Bu güzel toprak parçası Türk olarak kalacak mı? Tüm kalbimle bunu diliyorum. Birkaç yıl çalıştığım ve ikamet ettiğim bu ülkeyi ve insanlarını seviyorum. Buranın insanları için yaşadıkları zorluklar bir uyarı olsun ve bir an önce barış anlaşmasından sonra kendisine kalan bu ülkeyi yeni baştan inşa etsin ve parti kavgalarını, nifaklarını bir yana bıraksın.
BALKAN SAVAŞI GÜNLÜĞÜ “TÜRKLERLE CEPHEDE”
Yazar: Gustav von Hochwächter
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Web Sitesi: iskultur.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
Meşrutiyet’in coşkusuna düşen Trablusgarp Savaşı gölgesi, Balkanlar’da süren milliyetçi yayılma hareketlerinin iştahını kabartıyordu…
Trakya’dan Adriya kıyılarına uzanan Osmanlı toprakları, Rusya’nın desteklediği Sırbistan ve Bulgaristan’ın gizli bir antlaşmasıyla paylaşılır.
Sonradan Yunanistan’ın da katıldığı bu antlaşmanın hayata geçmesi için beklenen kıvılcım, Karadağ sınırında Ekim 1912’de savaşı başlatır.
Batıdan Sırpların, doğudan Bulgarların saldırısıyla başlayan savaş 1913 ortalarında bittiğinde, Edirne’nin batısındaki Osmanlı toprakları elden çıkmıştır.
Müttefik Alman subayı Gustav von Hochwächter, bu savaşın ilk aylarında Osmanlıların doğu cephesinde görev yapmış ve bir savaş günlüğü tutmuştu.
Bu kitap işte bu günlüğün penceresinden, Balkan Savaşı’na yokluklar ve eksiklerle giren ordunun, savaşı yönetenlerin başarısızlıklarının ve bu yüzden perişan olan askerler ve muhacirlerin feci durumunun bir tablosunu çiziyor.