İstanbul’u anlatan kitapları, hele ki bol resim varsa çok severim. Özellikle 19. yüzyıl İstanbul’una dair seyahatlerini-hatıralarını kaleme almış birçok yabancı yazar var. Peyderpey bu yazarların eserleri Türkçe’ye kazandırılıyor ve biz genelde yabancıların gözünden dönemin İstanbul portresini seyredebiliyoruz. Bu eserlerden biri de 1890’larda İstanbul kitabı.
Okuması çok keyifli olan bu kısa kitap Edwin Lord Weeks’in çizimleriyle desteklenerek dönemin İstanbul’unu çok güzel anlatıyor. Kitaba dair detayları paylaşmaktansa ilgimi çeken cümleleri paylaşmak istiyorum.
Kitaptan aldığım notlar şöyle:
- Türkler Hristiyan kiliselerini bir ibadethane modeli olarak gördüğü için pek çok Türk camisi Ayasfoya’nın az çok benzeridir.
- Osmanlılar bir gün geldikleri Asya’nın karanlığına gömülse ve Konstantiniye’ye yeni bir ad verilse bile, bu şehir her zaman Doğu’nun başkenti ve Asya’nın altın anahtarı olarak kalacak.
- Evlerde eşler, çocuklar ve ailenin diğer kadınlarının bulunduğu yer haremdir. Yeri gelmişken şimdilerde birden fazla eşi olan Türk sayısının çok az olduğunu belirtmek isterim.
- Türk erkeğinin gündüz evinin dışındaki hayatı tamamıyla erkekler arasında geçer ve ailesindeki kadınlardan herhangi biriyle görünmekten hoşlanmaz. Asya yakasında birkaç kez arabasında peçeli bir hanım olan Türk görmüştüm ama İstanbul yakasında asla.
- Uygarlık Konstantiniye’de bayağı ileri seviyededir, çünkü her müşteri yemeği ile birlikte çatal ve bıçak verilmesini bekler ve ikisini de kullanır. Ben kendi açımdan parmakların beslenme için çataldan daha uygun olduğunu düşünmüşümdür. Parmaklarımın benim olduğunu ve onları yıkadığımı biliyorum, halbuki umumi yerlerdeki çatalların yıkandıklarından bile emin olamayacağım gibi, nasıl kullanılmış olduklarını düşünmek bile istemem. Başka birinin diş fırçasını kullanmaktansa her türlü sıkıntıyı çekmeye hazır olmamıza rağmen, bütün dünyanın kullandığı çatalı kullanmaktan çekinmeyiz. Bu da zahiri kibarlıklarımızın çoğunun boş ve anlamsız olduğunu ispatlar.
- Türkiye’de akşam yemeğine gitmek geceyi de orda geçirmek demektir ve ev sahibinin misafirlere yatak, terlik ve gecelik sağlaması adettendir.
- İslamiyet Uzakdoğu’nun hurafelerle yüklü inançlarına kıyasla üstün bir din ve sıradan bir Hristiyan’ın inancının fevkinde sadelik ve içtenliğe sahip. Müslümanlar arasında bir süre kalınca dini konularda son derece içten olduklarına inanmamak imkansız. Zaman zaman müphem bir ihtimal olarak ima edildiği gibi Peygamberin Sancağı açılırsa, Avrupa felsefesinde hayal bile edilemeyen sonuçlar doğabilir.
- Türklerin hayaletlere, hortlaklara, vampirlere ve ölümden sonra akla gelebilecek her türlü dehşete inanmalarına şaşmamak gerek. Bu gibi şeylere inanç Türkler arasında yaygın olan batıl inançlar arasında kökleri en derin olanıdır. Kadere inanan Müslüman, ölümün her şekliyle yüz yüze gelmeye hazırdır, ancak gece bir mezarlıktan geçmesi gerekirse korkudan çocuklar gibi titrer.
- Refah içinde olmasa da Üsküdar’ın huzur veren bir havası var. Bu hava İstanbul’un kalabalık çarşılarından ve Galata’nın insanı boğan sefil mahallelerinden sonra çok dinlendirici.
Kitapta daha birçok ilginç anekdot var. Gerisini okuyup keşfetmek daha heyecanlı olacaktır.
1890’LARDA İSTANBUL
Yazar: Francis Marion-Crawford
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Web Sitesi: iskultur.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
İstanbul 19. yüzyılın ortalarından itibaren pek çok Batılı entelektüelin kendini adeta uğramak zorunda hissettiği bir yerdi.
Bu ziyaretçilerden eli kalem tutanlar mutlaka bir seyahatname yazar, çoğunlukla da tarihe karışmış Doğu Roma’yı ve gerçekte asla giremeyecekleri haremi anlatırlardı.
Ancak bu kenti benimsemiş olan ABD’li edebiyatçı Francis Marion-Crawford, köşesiyle bucağıyla, sokaktaki insanlarıyla bambaşka bir İstanbul anlatmıştı.
İnsanların ev ve sokak hayatlarından yeme içme alışkanlıklarına, Kapalıçarşı’daki alışveriş âdetlerinden Atpazarı’ndaki hayal kırıklıklarına kadar pek çok şey…
Yaşadığı dönemde hak ettiği üne kavuşmuş bir edebiyatçı olan Crawford, göçüp giden kuşaklardan dinlediğimiz İstanbul’u, kendi gözlem gücünün ayrıntıcılığıyla da bezeyerek, dostu Edwin Lord Weeks’in ülkemizde tanınmayan çizimleriyle sunuyor.