Yıllardır kulağımıza çalınan bir cümle var: “Araplar sırtımızdan vurdu.”
Kendimi bildim bileli bu cümleyi de biliyorum diyebilirim. Kim çıkarmış ortaya, neye dayanarak söylenmiş belli olmasa da birilerinin ağzında genellenip durdu bu cümle yıllarca. Oysa çok geç anladık, ne çektiysek “genellemelerden” çekmişiz.
Arap coğrafyasındaki ülkelerin durumu bütün dünyanın malumu. 2011 yılında başlayan “bahar” çok kısa zamanda yerini kışa bıraktı. Yine 100 yıl önce yaşanan baharda da kısa zamanda hüsran yaşanmış, Araplar onlarca parçaya bölünmüştü. O parçalar bugün daha ufak yüzlerce parçaya ayrıldılar. Elde kalan ancak rakamsal değerler atfedilen “ölümler.”
Bugünün Arap dünyasını, dünün Arap dünyasını ve ikisi arasındakileri birinci ağızdan dinlemek adına okuduk “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?” kitabını. Siz de öyle okuyun. Müellifi Kral Abdullah, Osmanlı döneminde Mekke Emiri Hüseyin’in oğullarından biri, aynı zamanda da Doğu Ürdün Kralı. Hatıratında olan biteni kendi penceresinden aktarıyor.
Çocukluğunu anlatarak başladığı bu kitap İngiltere’ye bir dizi övgüyle son buluyor. İlginç ki Kral Abdullah İngilizlerin ne kadar sinsi olduklarını bildiği halde yıllar sonra Araplara “İngiltere ile iyi anlaşın” mesajı veriyor. Üstelik İngiltere’ye sürekli “dost ülke” deyip duruyor.
Oysa İngiltere Haşimi ailesine sonsuz destek sunarak Osmanlı’ya karşı isyan etmelerini sağlamış. Ardından bu aileyi yönetemeyeceğini anlayınca yerine yönetilebilir İbn Suud’u geçirmek için uğraşmış.
Kral Abdullah da çoğu hatırat kitabında olduğu gibi “ben aslında şöyle şöyle yapmak istedim ama böyle böyle anlaşıldı” modunda bir kitap yazmış. Tek bir pencereden, bazen aşırı abartarak gerçekleştirdikleri isyanı haklı çıkarmak için çok uğraşmış. Fakat bunun yanında “böyle olacağını bilsem isyan çıkarmazdım” demekten de geri durmamış.
Kral’ın çok zeki bir insan olduğu ortada, fakat Britanya kadar değil. O yüzden kalkıştıkları isyanın sonu hüsran oluyor. Fakat şu da var ki İngilizler İbn Suud’a destek vermek yerine Haşimi ailesini kollamaya devam etseydiler, Kral Abdullah yine de pişman olur muydu? Zerre pişman olmazdı.
Neden mi? Cevabı başından sonuna, kitapta saklı.
Kitapta dikkatimi çeken hususlar, altını çizdiğim bazı cümleler şu şekilde:
- İstanbul’da bulunduğumuz sırada, tarih sahnesinde şu değişiklikler ve uzun savaşlar olmuştu: Çin-Japon savaşında Japonlar galip geldi. Habeşistan-İtalya savaşında Necaşi Menlik [1842-1913] galip geldi. İspanya-Amerika savaşında Amerika galip geldi ve Havana ile Filipin adalarına el koydu. Türk-Yunan savaşında Osmanlı Sultanı galip geldi. Yemen’de baskıcı bir rejim vardı ve İmam Yahya başarılı bir direniş sonunda Sana’yı ele geçirdi. [1904]
- Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin ve Osmanoğulları sülalesinin tamamının ortadan kaldırılmak istenmesinin asıl amacı, cumhuriyet ilan edebilmekti. Sultan 5. Murad’ın cinnet geçirdiği günlerde hükumet, Osmanoğullarının ileri gelenlerini bir ziyafete davet etmişti. Ziyafetin maksadı bunları bir şekilde öldürmekti. Sultan Abdülhamid, olayı önceden haber aldığı için yemeğe katılmamış, dolayısıyla plan başarıya ulaşmamıştı. Bu planı kuranların başında Sadrazam Ahmed Midhat Paşa vardı. Plan başarıya ulaşsaydı, eski Mekke emiri Şerif Abdülmuttalib b. Galib halife ilan edilecekti. Aynı plan, Türkiye’de cumhuriyetin ilanından sonra Mustafa Kemal Paşa tarafından uygulanmış ve Osmanlı hanedan üyeleri ülkeden kovulmuştur.
- Cumhuriyet inkılabı, Midhat Paşa zamanından beri Türk gençliğinin gördüğü bir rüyaydı. Türkler dünyanın her tarafına yayılan sınırlarıyla büyük bir devlete, ancak hilafeti gasp ettikten sonra sahip olduklarının farkında değillerdi. Hilafeti üzerlerinden atınca Arapları da doğal olarak göz ardı etmişlerdi. Bugün Türklerin çok daha düzenli yepyeni bir devletleri var, ama padişahın aynı zamanda halife olduğu zamanlara ait şöhret ve etkilerinin yanında bugünkü devletlerinin esamesi bile okunmaz. Geçmişte büyük bir devletleri vardı, bugünse küçülüp gittiler. Demek ki, bir şey asıl karakterinden ayrılırsa bozuluyor!
- İnsanlar Abdülhamid’in zalim olduğuna inanıyorlar. Ama yanlış biliyorlar. Abdülhamid zalim değil, sadece çok dikkatli bir hükümdardı. Tahttan indirildikten sonra anlaşıldı ki Abdülhamid görevi boyunca sadece bir defa idam cezası vermişti. Geri kalan mahkumlar en fazla ömür boyu hapse mahkum edilmişlerdi.
- Bence Sultan Abdülhamid İslam dünyasının son büyük sultanıydı. Onun tahttan indirilmesinden sonra meydana gelen olaylar, Kufe ve Mısırlıların Hz. Osman’a yaptıklarından sonra meydana gelenlere benzer. Hz. Osman nasıl fitne ile Müslümanlar arasındaki sınır idiyse, Abdülhamid de bu çağda insanlarla fitne arasındaki perdeydi. Bu perde yırtılınca fitneler ortaya çıktı. Bütün işleri çekip çeviren ve baki kalan yalnız yüce Allah’tır.
- Birçok unsurdan oluşan bir devlette görülen böylesi bir parlamenter yönetim (tek unsur Türkler) sonuçta devleti ayrılık ve parçalanmaya götürmüş, halk içinde düşmanlıklar meydana getirerek yıkımı hazırlamıştı. İşte Osmanlı Devleti’nin başına gelen buydu.
- Türk askerlerinin köyleri yakıp masum insanları öldürmek suretiyle işledikleri zulümler, son inkılabın (1916) ilk sebebidir. Çünkü babam Emir hazretleri olanları görünce “Türklerden Araplara hayır yok” demişti. Kendisine dört ayrı yerde, arka taraflarından sokulup ağızlarından çıkartılan kazıklara oturtularak kızartılmış kişilerin cesetleri gösterilmişti. Esna Hureym’de ise başları kesilmiş ve cinsel organları ağızlarına konulmuş cesetler gösterilmişti. Bunları gören babam Nazif Bey’e “Nazif Bey, bunlar reva mıdır?” diye sorduğu zaman Nazif Bey “Bunlar da bizim kalplerimizi yakmadılar mı?” diye cevap vermiş, babamsa susmayı tercih etmişti.
- Ertesi gün, kaledeki Osmanlı bayrağı resmi bir törenle indirilip yerine Arap bayrağı takıldı. Her iki bayrak da resmi kurallara uygun olarak selamlandı. Etkileyici bir manzaraydı, biraz önce indirilen bayrak düne kadar bizim de bayrağımızdı, oysa bugün artık başka bir bayrak vardı. Bizler, dün de bugün de aynı kişilerdik. Ama bu durumdan sorumlu olanlar, İslam ve Doğu kimliğinden sıyrılıp Frenk ve Batı sahasına koşturanlardı. Ne yazık ki bu ayrılış, korktuğumuzun başımıza gelmesine engel olmadı, hatta daha da kötüsü meydana geldi. Türkler her istediklerini yaptılar, fakat her durumda Türklüklerini korudular. Bizlerse farklı farklı gruplara ve fırkalara ayrıldık. Her birimiz başımıza ayrı birer yönetici seçtik, her kafadan farklı bir ses çıkar oldu.
- Aslında Lawrence, babamın inatçı ve görüşünde ısrar eden biri olduğunu söylemekle bana ve Araplara em büyük hizmeti yaptı. Çünkü bu sözünden anladığımız kadarıyla İngilizler, kendisine ait hiçbir görüşü olmayan ve Lawrence’ın her istediğini yapmasına izin verecek birisini arıyorlardı. Suriye’nin akıbetini gördük! Burada olanlar, haksızlığa uğramış rahmetli kurtarıcımızın, yani devrimin önderi olan babamın devre dışı bırakılma fikrinin çok eski olduğunu gösteriyordu. Anlaşılan Britanya’nın İbn Suud’a desteği son derece iyi planlanmıştı. Oysa İngiltere, İbn Suud’un veya Hint hükümetiyle bağlantısı bulunan herhangi emirin Arap devrimine karşı çıkmayacağını garanti etmişti. Hint hükümetlerine bağlı olmaları gerekçesiyle diğer emirlerin, devrimi yapanlar tarafından Arap hareketine katılmayacakları da garanti edilmişti. Ama İbn Suud vahşi Vehhabilerle kutsal Hicaz bölgesine saldırdığı zaman İngiltere hemen tarafsızlığını ilan etti. Ayrıca Irak ve Doğu Ürdün bölgelerini bu tarafsızlığı benimsemek zorunda bıraktı. Ama Doğu Ürdün, devrimin merkezi ve vahyin indiği yer olan Mekke’yi kurtarmak için elinden geleni yaptı. Irak ise görevini yapmadı. Bütün bu olan bitende, Haşimi ailesine karşı faaliyet yürüten Lawrence’ın parmağı vardı.
- Eğer ben ve beraberimdekiler, Arap devrimi ve milliyetçi bir ayaklanmanın bu şekilde sona ereceğini bilseydik hiçbir şekilde devrime karışmaz ve devrim taraftarlarıyla ilişkimizi keserdik. Bugün mukaddes bölgeler ne yazık ki, yağma, hırsızlık, soygun, baskın ve kan dökücülükle geçimini sağlayan bir sülalenin eline geçmiş durumdadır. Etraflarında da, Suriye, Mısır ve Irak’tan gelen beş para etmez kimi insanlar var. Yusuf Yasin (meşhur bir Nusayri), Fuad Hamza (herkesçe bilinen bir dürzi) ve Hafız Vehbe (Kuveyt’i satan bir tüccar) gibi kişiler siyasetçi ve yönetici olmuşlardır. Oysa bunlar her şeylerini bizim gerçekleştirdiğimiz devrim sayesinde elde ettiler.
- Filistin halkına gelince, onlar Balfour Deklarasyonu’nu kabul etmeyecekler ve Filistin’in Arap ülkesi olduğunda ısrar edeceklerdir. Zaten Filistin gerçekten bir Arap ülkesidir. Dünya Yahudileri yüzünden Filistin halkının yok olmasını kabul edemeyiz. Onlar bir bitki yahut ağaç değiller ki budandıkça daha da gelişsinler.
- [Kral Hüseyin] Osmanoğulları sülalesinin İslam’a ve Müslümanlara yaptıkları hizmetler ve kazandıkları başarılar inkar edilemez. Bu sülale hakkında verilen sürgün kararı Müslümanların yüreklerini dağlamış ve kalplerini kırmıştır. Bu yüzden, bu ailenin ihtiyaçlarını karşılamayı ve geçim sıkıntısı çekmelerini engellemeyi İslam kardeşliğinin bir gereği sayıyoruz.
- Hangi aklı başında kişi Filistin’in Yahudileştirilmesinden bahsedebilir? Şimdiye kadar elde ettikleriyle yetinmesini bilmek hem Yahudilerin iyiliğinedir, hem de onları koruyanların vazifesidir. Artık göçler durmalı ve Filistin Arap toprağı olarak kalmalıdır. Filistin’deki Yahudi toplumu da diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip olmalıdır. Bundan başka her türlü çözüm arayışı, büyük musibetlere, tahribatlara ve yıkımlara yol açacaktır.
- Ey Araplar! Bilmelisiniz ki İngiltere ile işbirliğine eğilimli olmamız gerekiyor. Çünkü dikkat edin, bütün büyük uluslar onları karşı çıkmaktan aciz kalmışlardır. İngiltere hiç kimseye hak etmediği değeri vermez. İngiltere yalancı, korkak ve tembellerle işbirliği yapmaz. İngiltere politikalarını duygularıyla hareket ederek ya da herhangi bir anlaşma veya savaşta kendilerine yapılan yardımlara bakarak oluşturmaz. Tam tersine İngilizler sabırlı ve istikrarlı bir millettir ve ancak güçlülere saygı duyarak onları kendilerine katmak isterler. Başarısızlığı sevmedikleri gibi, ondan uzak dururlar. Şu halde siz de güçlü, uyanık, sözünün eri ve dikkatli olun ki İngiltere yanınızda yer alsın ve dostluğunu sizinle paylaşsın.
BİZ OSMANLI’YA NEDEN İSYAN ETTİK
Yazar: Kral Abdullah
Yayınevi: Klasik Yayınları
Web Sitesi: klasikyayinlari.com
ARKA KAPAK METNİ
“Arap İsyanı” yakın tarihimizin en önemli kırılma noktalarından biridir. Kurgulanmış tarihin toplumsal hafızamıza işlemeye çalıştığı “Arapların ihaneti” algısı, aslında bizim geçmişimizle kurduğumuz ilişkinin travmatik boyutunu sergiler. Osmanlı’nın parçalanış sürecinde Arapların kopuşu etrafında geliştirilen söylem, tarihi bir olgudan çok ideolojik bir tutumu yansıtır.
Gerçekten Araplar Osmanlı’ya ihanet ettikler mi? Ya da isyan sadece bölgeye ilişkin sömürgeci amaçları olan büyük devletlerin kışkırtmasından mı ibaretti?
Kesin olan şu ki, Arapların Osmanlı’dan kopuşu, ulus-devlet sürecinde Türk kimliğinin yeniden inşası amacına hizmet eden ideolojik bir söyleme dönüşmüştür. “Türklere ihanet” söyleminin Araplardaki karşılığı Arapları sömüren, İslam’a ihanet eden Türklere dönüşecektir. Aslında bu iki zıt söylem, Osmanlı bakiyesi Müslüman uluslarda inşa edilmeye çalışılan modern ulus kimliğinin ortak tarihi ve kültürel bağlamdan koparılarak “öteki” üzerinden tanımlanmasına hizmet etmiştir.
Bu kitap, “Arap isyanı” olarak bilinen gelişmelerin en önemli aktörünün yaşadığı olayları anlatan belge niteliğinde bir hatırattır. İngiliz istihbaratının marifetiyle Hicaz’da başlatılan isyanın nasıl gerçekleştiği anlatılırken aynı zamanda bu hareketi meşrulaştırma çabalarının nelere yaslandığını da okuyabiliyoruz. Bu eser, sembolik olarak başlatılan ve İngiliz politikasının uzantısı olan isyan hareketinin baş aktörü durumundaki bir ismin gözlemlerine, niyetlerine ve en önemlisi bu hareketin dayandırıldığı siyasi ve kültürel gerekçelere aşina olmak isteyenlerin göz ardı edemeyecekleri bir metin. Şerif Hüseyin’in İttihatçılarla ilişkisi ve İngiliz yetkilileriyle isyandan çok öncelere dayanan teması yakın tarihe ışık tutacak nitelikte.