Sabah namazına kalkıyor musun?
– Bazen.
– E, o zaman bunu beceremeyen birinin dini konularda ahkâm kesmesi yakışık alır mı?
Mustafa Kutlu’nun eskiden birkaç yılda bir kitabı çıkardı. Son yıllarda ise her sene bir yeni kitapla okuyucu karşısına çıkarken, 2015 yılında tam 3 yeni kitap çıkardı. Acaba Mustafa Kutlu “fuar” kitapları yazmaya doğru mu gidiyor diye düşünürken, Hesap Günü durumun böyle olmadığını bana gösterdi.
Elbette yayınevleri politikası çerçevesinde yazarlar zoraki kitap çıkarıyorlar günümüzde. Her yeni fuarda yepyeni kitapları okuyucuya sunmak, daha çok satış ve daha çok kazanç demek. Malesef kitaplar dahi böyle bir düzenin içinde yuvarlanıp dururken neyse ki Mustafa Kutlu hâlâ bizimle…
Klasik olarak, her Mustafa Kutlu hikayesinde olduğu gibi en az 1 nesil geriden başlıyor hikayemiz. Ana karakter Bedir’in babasını kısaca tanıdıktan sonra çocukluğundan ölümüne kadar bütün hesaplarına şahit oluyoruz. Bir musalla taşında başlayan hikaye, yine aynı musalla taşında son buluyor.
Mustafa Kutlu’nun bu kitabındaki kurgusu bana oldukça akıcı geldi. Özellikle olay örgüsü, cümlelerin dizilişi gerçekten ustalık işi olduğunu belli ediyor kitabın. Dahası kurguda en güncel mevzularımız da ele alınıyor, özellikle sosyal hayatımıza dair çarpıcı tespitler var.
Nihayetinde bir solukta okunacak muhteşem bir eser daha sunuyor Mustafa Kutlu bizlere. Hesap günü gelmeden, haydi önce Bedir’in hesabını, sonra da kendi hesabımızı görmeye…
HESAP GÜNÜ
Yazar: Mustafa Kutlu
Yayınevi: Dergâh Yayınları
Web Sitesi: dergah.com.tr
ARKA KAPAK METNİ
Usta hikayeci Mustafa Kutlu’dan yepyeni bir eser.
“Musallada bir tabut, yeşil örtü üstünde, yapayalnız…
İkindi okunmuş, namaz kılanlar camiye girmiş, kılmayan kalabalık cami duvarına yanaşıp saçak altına sığınmış. Alafranga bir muhit; ama gelin durumu izah edin. Erkekler cami duvarında, kadınlar şadırvan altında. Haliyle haremlik selâmlık olmuş. Böyledir… Önce bir büyücek naylon top, pat-pat zıplayarak müezzinin bahçesine kadar gitti, mısırların arasında kayboldu. Topun ardından bir oğlan çocuğu altı, yedi yaşlarda; onun ardından aynı yaşta bir kız, mısır püskülü sarı saçlarını savurarak koştular. Hem koşuyor, hem gülüyor, hem cıvıl cıvıl konuşuyorlar. Mısırların arasında kayboldular. Çocuklar böyle bir rüzgâr estirdiler işte. Gökyüzünün karanlık çarşafı keskin bir bıçakla yırtıldı. Arasından güneş çıktı, beyaz bulutlar. Kuşlar ötmeye, çiçekler açmaya başladı. Şadırvan havuzundan su sesi geldi. Hayat olanca parıltısıyla cami avlusunu ışığa boğdu…”